100. YILINDA HİCAZ-YEMEN CEPHESİ
08.04.2016
Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’nda Kafkas, Çanakkale, Kanal, Filistin – Suriye, Irak, İran, Galiçya, Balkan ve Hicaz - Yemen Cephelerinde yedi düvele karşı mücadele vermiştir. Bu cepheler içerisinde Hicaz - Yemen Cephesi I. Dünya Savaşında en fazla şehit verdiğimiz cephedir. Gazi olanlar da 6– 10 yıl askerlik yaparak memleketlerine döndükleri bir yerdir. Öyle ki Çanakkale’den bile daha fazla şehit verdiğimiz bir cephedir. Bunun tek bir sebebi vardır: Mukaddes toprakları korumak. Mukaddes toprakları koruyabilmek için de Yemen’in düşmemesi gerekiyordu. Hicaz –Yemen Cephesi olarak birlikte anılmasının sebebi de budur. Tarihte İbrahim ve İsmail (as), Himyeriler, Kâbe’yi yıkma teşebbüsünde bulunan Ebrehe, İslam’ın doğuşu ve Allah Resulü’nün (sav) gelişine şahitlik eden, Emevi, Abbasi, Eyyubi, Memluklerin egemenliği ve Portekiz saldırıları derken Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi ile Osmanlı’nın bir parçası haline gelen bir bölgedir. Ecdadımız bu bölgenin idaresini üstlendikten sonra Hadimül-Harameyn unvanını kullanmışlardır.
Aynı zamanda bizim bu bölgede Haçlılara karşı verdiğimiz mücadelenin ilk savaş cephesidir. Tarih kitaplarımızda yer bulamasa da Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinin temel sebebi Portekizlilerin Cidde’ye gelerek kale yapmaya başlamasıdır. Portekizlilerin hedefi Cidde’ye kuracakları kale ve üste gerekli güç toplandıktan sonra Mekke ve Medine ile Kudüs’ün ele geçirilmesidir. Memluk Sultanı Kansu Gavri’nin Kızıldeniz’e gönderdiği donanma Portekizliler tarafından mağlup edilmiştir. Osmanlı devrin en büyük Müslüman devleti olarak Haremeyn-i Şerifeyn’i korumayı bir vazife olarak görüyordu. Yavuz Sultan Selim Portekizlilerin yaptıkları kaleyi başlarına yıkmış ve Hicaz’ın korunması Kızıldeniz’e girişin en dar yeri olan Babülmendep Boğazının Afrika tarafında bugünkü Cibuti’ye bir üs kurdurmuştur.
Tarihin garip bir cilvesidir ki bu olaylardan tam 400 yıl sonra 1916 yılında Haçlı kuvvetleri yerli işbirlikçileri ile birlikte tekrar bu bölgeye saldırmışlardır. I. Dünya savaşının 100. yılında Yemen maalesef yine küresel operasyonların odağında bir yer halindedir. I. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’da çizilen suni sınırlar nasıl bölgeyi bir kargaşanın içine sürükledi ise Yemen de bundan payını almıştır. Bu bölgede çatıştığımız İngilizler ve diğer Batılı devletler burada at koşturmaya çalışmışlardır. Arap Baharı denen Ortadoğu kışının başlamasından bu yana daha iyi oolması beklenen bölge ve ülke daha da kötüleşmiştir. Yemen’de seçilmiş hükümete karşı Husilerin darbe yapması, İran’ın baskın bir Şii yayılmacılığı, Körfez ülkelerinin ve Suudi Arabistan’ın ülkeye müdahalese işlerin çok ciddi şekilde karışmasına sebebp olmuştur. İran’ın ABD ile anlaşması ise Yemen’deki süreci daha da komplike hale getirmiştir. Şu anda Yemen’de Ensârü’ş-Şeria, Ensârullah, Eş-Şebâbü’l-Mü’min, El Kaide gibi birçok grup savaşmaktadır. Irak ve Suriye’de olduğu gibi burada da vekalet savaşları yürütülüyor. Yemen’e yapılan müdahaleler 2116’da da durumun çok farklı olmayacağını göstermektedir. Yemen 8oo yıla yakın bir zaman Türkler tarafından idare edilirken Arap yarımadasının “en mutlu insanlarının yaşadığı bölge” olarak bilinirken bugün Arap ülkelerinin en yoksullarının yaşadığı huzursuzluk ve çatışmanın kol gezdiği bir bölge halindedir.
Hicaz – Yemen Cephesi halk arasında Yemen cephesi adıyla da anılır. I. Dünya Savaşı boyunca Osmanlı Devleti 4 Tümenlik bir kuvvetle Hicaz'daki kutsal İslam şehirlerini korumaya çalıştı. 7. Kolordu'nun birer tümeni Hicaz, Asir, San'a ve Hudeybiye'de konuşlandırılmıştı. Mesafeden dolayı buralara yeterli şekilde asker, malzeme ve silah desteği sağlanamıyordu. 1916 yılında İngilizlerin kışkırtmasıyla, Araplar kendilerini koruyan Osmanlı kuvvetlerine karşı ayaklandı. Mekke Şerif'i Hüseyin, 5 Haziran 1916’da bağımsızlığını ilan etti ve Hicaz’ı büyük oranda ele geçirdi. Böylece Cidde ve Taif İngilizlerin eline geçti. Hicaz Cephesinde, Hicaz Emiri Şerif Hüseyin’in liderliğinde, İngiliz vaatleri, kışkırtmaları ve yardımlarıyla ayaklanan Arap kuvvetleri saldırılarının büyük önem kazanması üzerine bu cephe Şam’daki 4. Ordu’dan takviye edilerek, ordu komutanlığı yetkisinde Hicaz Kuvve-i Seferiye Komutanlığı kuruldu. Bölgedeki birlikler bu komutanlığa bağlandı ve komutanlığına da 12. Kolordu Komutanı Fahrettin Paşa atandı. Yemen'de İmam Yahya Osmanlılara bağlı kalırken Asir'de Seyyid İdris de ayaklanmaya katıldı. Osmanlı Devleti Şerif Hüseyin isyanının Arap kabileleri tarafından benimsenmemesi için onlara para ve iaşe yardımları yapmış ve bir yandan da Medine’deki kuvvetlerin tahliyesi için Hicaz demiryolunu açık tutmaya çalışmıştır.
Şerif Hüseyin ve oğulları ise İngilizlerin yardımıyla Arap kabilelerini örgütleyerek Medine’nin Şam ile irtibatını kesmeye çalışmıştır. Arap isyanlarında birçok Batılı ajan rol oynamıştır. Bunların içinde özellikle Lawrence en meşhur olanıdır. Arabistanlı Lawrence namıyla maruf İngiliz casusu Thomas Edward Lavrence Teşkilatı Mahsusa ajanı olarak görev yapan Yemende görevli bir nüfus memur olan Ahmet Hamdi Bey tarafından ilk defa ifşa edilmiştir. Şeyh kılığında, Arapça konuşan, çelimsiz bir olan bu İngiliz civardaki bazı aşiretleri ziyaret etmişti. Kuşçubaşı Eşref Hamdi Beyden bu işinin takip edilmesini istemiştir. Daha sonra Şam’da görevli çok iyi İngilizce ve Fransızca konuşan Eczacı Nejat Bey bu İngilizle bizzat temas etti. Arkeolog kılığında dolaşan bu adamın adı Lawrence idi. Fakat ilk başlarda Lawrence’in ileride oynayacağı oyunların farkına varamadıklarını ifade etmek gerekir. 1917 yılında Hayber’de Kuşçubaşı Eşref savaşta esir düştüğü zaman Lawrence ziyaret etti. Bedeviler arasında adı efsane gibi dolaşan Eşref Beyi merak etmişti. Karşısındaki kişi yıllar önce Çereş’te sohbet ettiği bedevi idi. Lawrence gibi birçok İngiliz ajanı Arap kabileleri Osmanlıya karşı kışkırtmak için çalışmış ve başarılı da olmuşlardır.
Hicaz – Yemen Cephesindeki Osmanlı Direnişinin sembolü ise tarihe altın harflerle yazılan Medine Müdafaası olmuştur. Fahrettin Paşa, Bölgedeki Türk kuvvetleri ile irtibatının kesilmesine ve hiçbir ikmal desteği almamasına rağmen bir avuç kuvvetiyle Medine’yi kahramanca savunmuş ve Çöl Kaplanı unvanını almıştır. Kuşatmadan önce, Medine’deki kutsal emanetlerin büyük bir kısmını, teşkil ettiği özel bir ekiple İstanbul’a ulaştıran Fahrettin Paşa, Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra da Medine’yi savunmuş ve Fahrettin Paşa’nın istememesine rağmen kendi askerleri tarafından zorla esir alınarak sona erdirilmiş bir müdafaadır.
Hicaz – Yemen cephesinde Osmanlı coğrafyasının dört bir yanından gelen insanlar can vermişlerdir. Şehid olup çöle düşen yüzbinlerce can çöle hayat verememiştir. Sadece sükût çökmüş, zaman ağır çekime geçmiş sanki durmak istemiştir.
Çöle düşen bedenlerin çöl sıcağının altında yavaş yavaş eriyip gitmelerine şahit olan çöl her gün güneşin yakıcı sıcaklığı üzerine düştükçe o günleri hatırlar. Çöl yüzyıllardır sıcaklığın yükünü çekerken yüzbinlerce canın yükünü taşıyamamanın ezikliğiyle suskunluğa mahkûm olmuştur. Anaların yüreklerini yakan, milyonlarca vatan evladını öksüz ve yetim bırakan, nice nişanlıların ve evlilerin göz pınarlarını kurutan çöl bunun mahcubiyetini taşıdığı için susmaya devam etmektedir. Bu suskunluk birike birike bazen bir çığlık haline gelip kum fırtınasına dönüşür. Hatta bazen yeryüzündeki bu vebali hatırlamaktan kaçıp kurtulmak istercesine hortum şekline bürünür.
Hiçbir kitap Yemen’de ölen Türklerin sayısını verememektedir. Kitaplar bile bu rakamları ifade etmekten korkmaktadırlar. İnsanlık tarihinde hiçbir milletin evlatları İslam topraklarının en uç toprakları olan Yemen’de savaşan evlatlarımız gibi savaşmadı.
İşte tarifsiz acıların yaşandığı Yemen’de yaşananları ve Yemen’in yaşattıklarını en güzel şekilde Yemen Türküsü ifade etmektedir. "Giden gelmiyor" diye adeta ağıt yakılan türkünün sözleri şöyle:
Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahlede ölü yok bu ne figandır
Şu Yemen elleri ne yamandır
Ah o yemendir gülü çimendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Burası Huş'tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir
Kışlanın önünde redif sesi var
Bakın çantasında acep nesi var
Bir çift kundurayla bir de fesi var
Ah o yemendir gülü çimendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Burası Huş'tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir
Bizler İstiklal Şairimizin “bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı” uyarısını hep Çanakkale veya Anadolu için söylediğini zannederiz. Hâlbuki Asya’dan Avrupa’ya, Ortadoğu’dan Afrika’ya “toprak” diyerek geçemeyeceğimiz o kadar yer var ki. Yemen – Hicaz Cephesindeki topraklar sadece bir bölümü…